ÖZEL ÖĞRENME GÜÇLÜĞÜ
Özel öğrenme güçlüğü (ÖÖG) terimi ilk kez 1962 yılında Kirk (Abdelaziz vd., 2013) tarafından, zeka puanının normal gelişim gösteren akranlarıyla aynı olmasına rağmen okuma, yazma ve matematik gibi bilişsel becerilerin birinde ya da bir kaçında akranlarından anlamlı düzeyde farklılık gösterme olarak tanımlanmıştır. Amerikan Psikiyatri Birliği (The Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders [DSM-5], 2014). ÖÖG olan çocuklar, bu akademik becerilerde büyük başarısızlıklar yaşamakta olup buna bağlı olarak öz düzenleme gibi akademik olmayan becerilerde de güçlükler yaşamaktadır (Milli Eğitim Bakanlığı [MEB], 2008). Bu çocuklar çoğunlukla ilkokul ikinci sınıftan itibaren tanı almaktadır. Akademik olarak sınıf düzeyinin oldukça gerisinde bulunan ve sayıları gittikçe artan ÖÖG olan çocuklar kaynaştırma/bütünleştirme ortamlarında eğitim almaktadır (MEB, 2017; 2019b). Şöyle ki, 2015 yılında sadece ilkokul düzeyinde toplam 3298 olan ÖÖG olan öğrenci sayısı (MEB, 2017), 2019 yılında 8174 olmuştur (MEB, 2019b). Bu çocuklar akademik yeterliliklerini geliştirmekte genellikle başarısız olurlar ve çoğunlukla mezun olmadan okulu bırakırlar, zorlu iş süreçleriyle ve sosyal desteğe bağımlı olma riskiyle karşı karşıya kalırlar (Grünke ve Cavendish, 2016). ÖÖG olan çocuklar çoğunlukla yaşıtlarıyla iletişime geçmede zorlanmakta, çoğu kendisinden yaşça küçük olanlarla iletişim kurmaktadır (Melekoğlu ve Kayışdağ, 2021).
Tüm bunların sonucunda da içe kapanma, geri çekilme, yetersizlik hissi gibi uyumsuz davranışlar sergilemektedirler (Urfalı Dadandı ve Şahin 2018). ÖÖG olan çocukların kendileri dışındaki kişilerin, kendilerinden farklı bir zihne sahip olduğunu fark edebilme, kendisinin ya da başkalarının niyet, inanç, istek ve bilgi gibi durumlarını anlayabilme, imayı anlama ve pot kırmayı fark etme gibi yetileri daha az gelişmiştir (Güleç, 2020). Bu durum bireylerin eğitimini, mesleki hayatlarını, ikili ilişkilerini, günlük rutinlerini ve benlik saygısını olumsuz yönde etkilemektedir (MEB, 2008b). ÖÖG olan çocukların akademik anlamda yaşadıkları düşüş ve buna bağlı olarak çevrelerinden aldıkları olumsuz dönütler, sosyal ve duygusal problemler yaşamalarına neden olmaktadır (Urfalı Dadandı ve Şahin 2018; Yıldız, 2004). Bu sayılan gerekçelerle, ÖÖG olan çocukların sosyal ve duygusal davranışlarına etki eden becerilerin onlara kazandırılmasına yönelik uygulamalara gereksinim duyulmaktadır.
ÖÖG olan çocukların sorun yaşadıkları diğer bir alan ise “Öz Düzenleme (self-regulation)” becerileridir. Öz düzenleme eğitim alanının ve ÖÖG olan çocuklar ile ilgili araştırma alanının önemli konularından biridir. Öz düzenlemeli öğrenme, çocukların kişisel öğrenme hedeflerine ulaşmak amacıyla davranışlarını, bilişlerini ve yaşadıklarını sistemli bir şekilde yönlendirme süreci olarak tanımlanır (Zimmerman ve Schunk, 2008). Bu nedenle öz düzenlemeye dayalı öğrenme çocuk tarafından üretilen ve daha sonra öğrenme hedeflerine ulaşmak için yine çocuk tarafından zaman içerisinde izlenen ve uyarlanan düşünceleri, duyguları ve eylemleri kapsar (Wong, 2004). Boekaerts ve diğerlerine (2000) göre öz düzenleme bir dizi mikro süreci içermektedir. Bunlar; hedef belirleme, stratejik planlama, bilgiyi organize etme kodlama ve depolama için etkili stratejilerin kullanılması, izleme, zamanı etkili biçimde yönetme, kendini motive edici inançlar, değerlendirme ve yansıtma, kişinin çabalamaktan gurur duyması ve tatmin yaşaması gibi durumlarla örneklendirilebilir.
Alanyazına göre çocuklar genellikle dışa yönelim, içe yönelim ve antisosyal problem davranışlar göstermekte; sosyal etkileşim, iletişim, sosyal kabul gibi sosyal becerilerde yetersizlik yaşayabilmektedirler (MEB, 2008a; Melekoğlu, 2017; Özdemir, 2015). ÖÖG olan çocukların bu davranışları sergilemesinin en büyük nedeni özellikle öğrenmede yaşadıkları güçlükler ve öz düzenleme becerilerinin eksik olmasına bağlıdır (Karakaş, 2009; Ponitz vd., 2009). Zira akademik ve akademik olmayan becerilerde yaşanan güçlükler sarmal bir döngü halinde, ÖÖG olan bireyin ve ailesinin yaşam kalitesini oldukça olumsuz bir şekilde etkilemektedir (Melekoğlu ve Kayışdağ, 2021). Uluslararası alanyazın incelendiğinde, gerek özel gereksinimi olan gerekse tipik gelişim gösteren çocukların davranış ve sosyal beceri gibi gelişimlerinin desteklenmesinde yeni paradigmaların geliştirildiği, geleneksel yaklaşımlardan ziyade çocuğu merkeze alan çoklu disiplinlerle işbirliği gerektiren uygulamaların olduğu görülmektedir (Kincaid vd., 2016). Dolayısıyla yeni yaklaşımlar, çocuğu düzeltmek yerine çocuğun yaşamında yer alan özellikle okul ve ev ortamındaki yetişkinlerin davranışlarında ve çocuğun bulunduğu çevrede düzenlemeler yapmayı esas almaktadır (Sugai vd., 2000; Melekoğlu, 2017). Bu nedenle ailelere, çocuklarına olumlu davranışlar kazandırmak ve ailenin yaşam kalitesini artırmak için anlamlı, kalıcı ve sürdürülebilir iyileşmeler sağlayan etkili ve kanıt temelli destek hizmetlerine ihtiyaç vardır. Dünyada 2020 yılında görülen Covid-19 salgını ile doğrudan çevrimiçi eğitime geçilmiş ve ev ortamı çocukların hem okul hem ev ortamı olmuş, bu ortam çocuklar ve aileri için tek yaşam alanı haline gelmiştir. Böylece aileler de çocukların hem ebeveynleri hem öğretmenleri olmuştur.
Ancak ailelerin bu durumla baş etmeleri için yeterli donanıma sahip olmadıkları görülmüştür (Parmigiani vd., 2020). Aileler kendilerine ve çocuklarına zaman ayırmakta, yaşam tarzlarını ÖÖG olan çocuklarına göre uyarlamakta, sosyal desteklere ulaşmada güçlükler yaşayabilmektedirler. Genellikle de öğrenme güçlüğü nedeniyle belirtilen sıkıntıları yaşayan aileler çevrelerindeki diğer kişiler tarafından çok da anlaşılamamakta ve kendileri ile empati kurulamamaktadır (Skinner, 2013). ÖÖG olan çocukların ebeveynleri yoğun düzeyde ebeveyn stresi yaşarken aynı zamanda çocuklarının geleceği hakkında da endişe etmektedirler. Problem davranış sergileyen bazı ÖÖG olan çocukların aileleri, çocuklarının davranışını değiştiremeyeceklerine inandıkları için davranışsal müdahaleleri uygulama ya da takip etme konusunda düşük motivasyon sergileyebilmektedirler. Fakat ailelerin özel gereksinimli çocuklara (ÖGÇ) yönelik verilecek eğitsel kararlarda ve yapılacak eğitsel etkinliklerde söz sahibi olmaları ve katılımları önemlidir (İlker ve Melekoğlu, 2017). Yaşanılan stres ve beraberinde getirdiği olumsuz durumlar ailenin katılımını ve motivasyonunu olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Dolayısıyla ailelerin kanıt temelli uygulamalar ile desteklenmesi elzem bir durum oluşturmuştur.
Bu nedenle bilim insanları ve uzmanlar Covid-19 öncesi yoğunlukla okul ortamlarında araştırmalarını sürdürüken bu durum Covid-19’la birlikte ev ortamına doğru evrilmiştir. Ev temelli aile eğitim programları hem çocuğun hem de ailenin doğal ortamı olan evi verimli ve etkili bir öğretim ortamına dönüştürmeye yönelik bire bir uygulama yapma olanağı sunmaktadır (Clifford ve Humphries, 2018). Aile temelli eğitimlerin temel amacı; ebeveynlere çocuk gelişimi hakkında bilgi vermek, ailelerin ihtiyaçlarını belirlemek, aile işlevlerini yerine getirebilmek ve çocuklarının uzun vadede sosyal, duygusal, bedensel, zihinsel anlamda sağlıklı bir gelişim göstermeleri ve ileriki dönemde akademik başarıları için çocuklarına gereken desteği sunabileceği bilgi ve beceriyi kazandırmak, çocuğun ailedeki öğrenme ortamına katkıda bulunmak, ailenin kendi çocuğunun yaşamında ne kadar önemli rolü olduğunu pekiştirmek, problemleri önlemek ve alternatif yöntemler sunma ve aileye çocuğun ev ortamında öğrenebilecekleri deneyimler hakkında bilgi vermektir (Ay, 2015; Clifford ve Humphries, 2018; Hilado vd., 2013; Hill vd., 2018). Bu bağlamda aile eğitim programlarını; ebeveynlerin öğretmen rolüne girmelerinden çok, gündelik yaşamları içinde çocuklarının akademik ve bütüncül gelişimlerini nasıl destekleyebileceklerine ilişkin beceriler kazandırmayı amaçlayan bir süreç olarak tanımlamak mümkündür. Ailelerin çocuklarının eğitiminde daha etkin rol alabilmesi ve desteklenebilmeleri konusunda aile eğitimi programlarının farklı yaklaşımlarla tasarlanmasına ve bu yaklaşımların etkilerinin incelenmesine gerek duyulmaktadır.
Alanyazın incelendiğinde, çocuğu merkeze alan ve çocukta belirli çıktılar elde edebilmek için, çocuğun çevresinden yola çıkan en güncel ve kanıt temelli yaklaşım “Olumlu Davranış Desteği Yaklaşımıdır (ODD; https://www.pbis.org)”.